AQUATICFORUM
AQUATICFORUM A HOŞGELDİNİZ.FORUMDAN DAHA ETKİN YARARLANMAK İÇİN LÜTFEN GİRİŞ YAPINIZ.
▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▓▓▓▒▒▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▓▓▓▒▒▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓

Join the forum, it's quick and easy

AQUATICFORUM
AQUATICFORUM A HOŞGELDİNİZ.FORUMDAN DAHA ETKİN YARARLANMAK İÇİN LÜTFEN GİRİŞ YAPINIZ.
▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▓▓▓▒▒▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▓▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▒▒▓▓▓▒▒▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓ ▓▓▓▓▓▒▒▒▒▒▒▒▒▒▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓
▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓
AQUATICFORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kur'an Olmuş Ve Olacak Herşeyden Bahsediyor mu

Aşağa gitmek

Kur'an Olmuş Ve Olacak Herşeyden Bahsediyor mu Empty Kur'an Olmuş Ve Olacak Herşeyden Bahsediyor mu

Mesaj tarafından vgokhan Çarş. Haz. 25, 2008 7:48 am

Yüce Yaratıcı'nın, insanoğlunun
öğrenmesine müsaâde ettiği ve onun maddî-manevî terakkisine vesile
kıldığı her şeyden icmâlen bahsetmesi doğrudur. Ancak, Allah'ın (cc)
müsâade etmediği ve insanoğlunun da dünya ve âhiret hayatına bir
fâidesi dokunmayan şeylerden söz etmesi, hele tafsilde bulunması asla
bahis mevzuu değildir. Zîrâ, böyle bir şeyi kabullenmek, hikmet dolu
bir kitaba abes isnâd etmek olur ki, o mukaddes beyân bu türlü
fâidesizlik ve abesiyetden çok muâllâdır!...

Kur'ân'ın ele alıp tahlile tâbi
tuttuğu şeylerde, ta'kib ettiği bir yol vardır ki, o yol bilinmediği
zaman, tahlilci çok defa hayâl kırıklığına uğrayabilir. Yani, aradığını
onda bulamayabilir.

Bir kere, Kur'ân'ın en birinci
hedefi, bu kâinat meşherindeki kelime, satır, paragraf ve kitaplarla,
meşher sâhibini tanıttırmak, iman ve ibâdet yolunu açmak; ferdî ve
içtimâî hayatı düzenlemek; dünya saâdetinin, âhirette dahi devam ve
temadîsini temin ederek insanı mutlak saâdete ulaştırmaktır.

Bu îtibarla o, bu yüce hedefi
tahakkuk ettirme yolunda her şeyden bahisler açar. Ele aldığı şeyleri,
o istikamette vesîle olarak kullanır ve ehemmiyetine göre onlardan söz
eder. İnsandan, O'nun ehemmiyeti kadar; yıldızlardan derecelerine göre
ve elektrikten kâmeti nispetinde...

Böyle yapmayıp da o, sadece yirminci
asrın "tabu"su sayılan bir kısım medeniyet hârikalarından bahsetseydi,
pek çok şeyin anlatılıp tanıtılma hakkı zâyî olacak ve bir kısım sâbit
hakikatler, gelecek keşifler ve bilhassa insan, ihmâle uğrayacaktı. Bu
ise, Kur'ân'ın, ruh ve maksad-ı aslîsine bütün bütün zıt bir
keyfiyettir.

Beşer için inen ve beşerin
yaratıcısıyla münâsebetini onun ebedî saâdetini hedef alan Kur'ân,
hedeflediği mevzûun azameti, genişliği ve hayâtîliği nispetinde çok
yönlü ve rengarenktir. O'nun, bütün bu yönlerine âyine olabilmek için,
kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmış ve tefsirler meydana
getirilmiştir.

edebî dâhiler, O'nun büyüleyici
ifâdesine ve belâgat üstünlüğüne hayranlık destanları koşarken,
nazarlarını âfâk ve enfüsde gezdiren ilim adamları, onun aydınlatıcı
tayfları altında, eşya ve hâdiselerin hakiki yüzlerini görebilme ve
anlayabilme bahtiyarlığına ermişlerdir. Psikologlar, sosyologlar,
kitleler ve insan ruhuna âit en muğlak problemleri, onunla çözüme
kavuştururken, ahlâkçı ve terbiyeciler de onu, bitip tükenme bilmeyen,
alabildiğine zengin ve rengin bir menbâ kabûl etmiş, nesillerin
terbiyesinde hep O'na müracaatta bulunmuşlardır.

Bu geniş ve zengin muhtevânın özüne
uygun takdimini mevzuun mütehassıslarının pürüzsüz ve duru beyânlarına
havâle edip, okuyucuyu, bu istikamette yazılmış kitaplarla baş başa
bırakacağım. Yoksa, bir seneyi aşkın bir zaman içinde ancak bazı
hakikatları anlatılabilen Kur'ân'ı,bütün yönleriyle soru cevap
sütununda ifâde etmenin kâbil olmayacağını, herhalde değerli
okuyucularımız da takdir ederler.

Ancak, Kur'ân'ın bir yönü var ki;
"Kur'ân muhtevâsı" deyince, daha ziyâde gençlerimizin aklına gelen de
odur, o da, Kur'ân'ın fen ve teknikle, daha doğrusu pozitif ilimlerle
alâkalı olabilecek yönüdür. Suâlde kastedilen hususun bu olması
itibariyle, biz de daha ziyâde o husus üzerinde duracağız.

Vâkıa, bu sahayı da bâkir sayamayız.
Bu mevzûda şimdiye kadar yüzlerce eser yazıldı ve bunlarla Kur'ânî
hakikatların yüzlercesine ışık tutuldu. Ancak pek çoğu îtibariyle,
devrin, fen ve kültürünün tesirinde kalınarak kaleme alınan bu eserler,
ihtivâ ettikleri tekellüflü te'villerden ötürü okuyucu tarafından hep
kuşkuyla karşılanmıştır. Hele, sübut bulmamış nazariyeleri birer ilmî
gerçek zannederek, Kur'ân'ın hakikatlarını onlara uydurmaya çalışmalar,
bütün bütün Kur'ân'ı tahrif ve küçük düşürücü, mâhiyetde olmuştur. Oysa
ki, Kur'ân'ın o meselelere dâir beyânı gayet açık ve az bir gayretle
hemen herkesin anlayabileceği stildedir. Öyle ki, O'nu getiren Melekle,
dağdaki çoban -letâifin zevki bir tarafa- ondaki ilâhî maksadı anlamada
çok da fark göstermezler.

Bu îtibarla, onu anlatmada objektif
olmak, ilâhî beyânın sağlamlık ve berraklığına sâdık kalmak ve onu
vak'aların arkasından koşturmaktan daha ziyâde, bir endâm aynası
hüviyetiyle hâdiselerin karşısına koymak esas olmalıdır. Dil, esbâb-ı
nüzûl ve kelime nüansları bilinerek tahlîle tâbî tutmak, ilmî
ıstılahlara girmediğinden ötürü garipsense bile, yanlış olmayacaktır.
Bundan dolayıdır ki, sahâbe (ra) tâbiîn ve İbn-i Cerîr gibi ilk
müfessirlerin anlayışlarının, sübut bulmuş ilmî gerçeklere çok uygun
olmasına karşılık daha mütefelsif (4) ve daha derin gibi görünen
sonrakilerde, ilmin rûhuna uymayan tekelleflü te'villere
raslanılmaktadır. Bu da bize yaşadığı devrin te'sirinde kalmadan,
Kur'ân'ı anlatan tefsircilerin, onun rûhuna daha yakın olduğunu
göstermektedir.

Şimdi de, arz etmeye çalıştığım
şeylere birer misâl ve sorulan soruya da bir cevap teşkil etmesi
maksadıyla, bir iki nümune takdim etmek istiyorum:

1- Ezelden ebede kadar her şeyi gören
ve bilen Yüce Yaratıcı, evvelâ umumi mânâda geleceğin bir ilim ve irfan
ve bunun zarûrî neticesi olarak da bir îmân devresi olacağına dikkati
çekiyor. "Biz onlara, âfâkda (bir baştan bir başa tabiatın sînesinde)
ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, O Kur'ân in gerçek
olduğu onlara iyice tebeyyün etsin." (Fussilet/53). İlk devirlerden
günümüze kadar, bütün tasavvuf erbabının `mevrid' bilip sık sık
mürâcaât ettiği bu âyet, bilhassa ilim gözüyle ele alındığında, tek
başına bir mûcize olduğu kabul edilecektir.

Makro-âlemden mikro-âleme kadar,
insanın araştırma ve düşünme sahası içine giren ne kadar şey varsa,
gelecekte aydınlanan mâhiyetleriyle Kur'ân'ı doğrulayacak ve Yaratanın
varlığını ve birliğini gösterecektir. Şimdi vitrinlerde teşhir edilen
bu mevzû ile alâkalı yüzlerce kitaba bakınca, ilâhî beyânın süratle
tahakkuk etmeye doğru gittiğini görüyor ve daha şimdiden, gelecekte
anlaşılabilecek, tabiata ait binlerce dilin onu 'tesbîh ettiğini
duyuyor gibi oluyoruz.

Vâkıa, bugün dahi pek çok hâdiselerin
diliyle "yedi gök arz ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tesbîh
ederler. O'nu hamdederek tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz,
onların tesbîhlerini anlamazsınız. " (İsrâ/44) hakikatinden anladığımız
şeyler, küçümsenmeyecek kadardır. Evet, atomların çözülen dili, bize
pek çok şey ifâde ettiği gibi nebulaların tarrakalarından da, bir hayli
şey anlamış bulunuyoruz. Ne varki, henüz bu âlemşümûl tesbîhi duyacak
ve anlayacak kimselerin sayısı pek az, onu dünyaya duyuracak Kur'ân
cemaatı da pek cılız bulunmaktadır.

2- Kur'ân'ın anne karnında ceninin
teşekkül ve gelişmesini anlatması da fevkalâde enteresandır: "Ey
insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz biz sizi,
topraktan, sonra nutfe (sperm) den, sonra alaka'dan (embriyo), sonra
yaratılışı belirli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size
açıktan göstereceğimizi gösterelim. . . " (Hac/5) . Başka bir yerde
ise, kademe kademe anne karnında geçirilen safhalara parmak basılır ve
aydınlık getirilir: "Andolsun ki biz insanı, çamurdan meydana gelen bir
öz ve süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperma) olarak sağlam bir
karargâha koyduk. Sonra nutfeyi alaka (embriyo) ya çevirdik. Arkasından
alaka yı bir çiğnem et yaptık. Onun arkasından da, bir çiğnem eti kemik
yaptık ve kemiklere et (adale) giydirdik. Sonra da onu başka bir
yaratık olarak inşâ ettik (yani belli bir devreden sonra diğer
canlılardan ayırarak istidâdına göre bir şekil verdik)': (Müminun
12-13-14). Bir başka âyetde ise; yine anne karnındaki değişik bir
noktanın aydınlatıldığını görüyoruz: "Sizi annelerinizin karnında, üç
karanlık içinde hilkatden hilkate (nutfe, alaka, mudğa) intikal
ettirerek yaratmaktadır... " (Zümer/6) Bilindiği gibi rahim, dışından
içe doğru üç dokudan meydana gelir: Parametrium, Miometrium,
Endometrium. Bu dokular, su, ısı ve ışık geçirmez zarları sarmıştır.
Kur'ân bu dokulara (zulmet) diyor ve insanın bu üç-zulmet içinde
yaratıldığını ifâde ediyor.

Şimdi, modern anatomiye rehberlik
yapmış olan bu âyetlerdeki özlü ifâdelerle hekimlerimizi baş başa
bırakıp ayrı bir hususa intikal edelim.

3- Kur'ân, sütün meydana geliş
keyfiyetini de süt gibi dupduru ve berrak olarak anlatmaktadır:
"Hayvanlarda da sizin için ibretler vardır. Onların karınlarından fers
(yara hazmedilmiş gıdalar) ile kan arasından tertemiz, içenlere içimi
kolay süt içiriyoruz. " (Nahl/66) Alınan gıda maddelerinin, evvelâ yarı
hazmı ve sonra emilen maddelerin, süt guddelerinde ikinci bir ameliye
ve tasfiyeyi, Kur'ân, kelimesi kelimesine nakletmektedir.

4- Bir diğer mucizevî beyânı da, her
şeyin bir erkek, bir de dişi olmak üzere çift çift yaratılmış
olmalarıdır. "Ne yücedir O ki, toprağın bitirdiklerinden, insanların
kendilerinden ve daha bilemedikleri nice şeyleri hep çift yarattı."
(Yasin/36) Canlılardaki erkeklik dişilik öteden beri biliniyordu; ama,
otların, ağaçların "ve daha bilemedikleri nice şeyler" sözüyle
atomlara, bulutlara kadar pozitif ve negatif çiftini ta'mim, oldukça
düşündürücü ve hayret vericidir. Kur'ân daha başka âyetleriyle de her
şeyin çift olması esası üzerinde ısrarla durmaktadır. Arz edilen
nümûnenin kâfi geleceği kanaatiyle diğer bir âyete geçmek istiyorum.

5- Kur'ân, kâinatın hilkati mevzûunu
da, yine kendine has üslûbla ele alır: "İnkâr edenler görmediler mi ki,
göklerle yer bitişik idi; biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan
yarattık. . " (Enbiva/30)

Bu anlatış o kadar berraktır ki, ne
dünkü Kant ve Laplas'ın, ne de modern çağın Asimow'larının
faraziyeleriyle asla kirletilmemelidir.

İster hilkatin ilk maddesi esîr
olsun, ister bütün kâinatlan dolduracak kadar kocaman bir sahabiye
"kaos" olsun; ve, sonra ister hayata dâyelik yapan su, dünyadan
yükselen gaz ve buharların, tekrar yağmur şeklinde geriye gelip
denizleri teşkil ederek, canlılara müsâit vasat ve menşe olsun, ister
başka şekilde meydana gelsin... Kâinatın, bir bütünün parçaları ve
birbirine nümûne ve misâl tek hakikatin yaprakları olduğu anlatılıyor
ve Kaliforniya çınarlarından insanlara kadar, vücudun dörtte üçünü
teşkil eden suyun, hayatiyet ve ehemmiyetine parmak basılıyor.

6- Bütün kâinat içinde yıldızımız
güneşin, ayrı bir ehemmiyeti vardır. Ve, Kur'ân, onun en mühim bir
yanını dört kelimelik bir cümle içinde şöyle ifâde ediyor: "Güneş de
kendi müstekarri (yani kendine tâyin edilen çizgide ve belli bir zaman
içindeki muayyen istikâmet ve hareketi) içinde akrep gider. " (Yâsin/38)

Bu beyân, güneşin kendine tahsis
edilen yörüngede akıp gittiğini anlattığı gibi, başka bir ağırlık
merkezine doğru kayıp durduğunu da ifâde etmektedir. Aynı zamanda,
vazîfesini bitirdikten sonra karar kılıp bir yerde duracağına da dikkat
çekmektedir.

Kur'ân kelimelerinin
zenginliğindendir ki, böyle dört sözcük ile pek çok hakikat ifâde
edilir ve pek çok karanlık mesele vüzûha kavuşturulur. Böyle büyüleyici
ve belîğane ifadelerinden bir tanesi de, mekân genişlemesiyle alâkalı
olan âyetdir.

7- "Göğü kendi ellerimizle (kudret ve
irâde) yaptık. Ve, Biz onu, devamlı genişletmekteyiz." (Zâriyat/47)
Yine dört kelime, âlemşümûl bir meseleye dikkatimizi çekiyor. Siz, bu
hususu, ister Huble'nin katsayısıyla îzâh edin; ister başka bir yolla;
gök cisimleri arasındaki mesâfenin gittikçe arttığını anlatan âyet,
kelimeleriyle, terkibiyle dupdurudur ve ne dediği de apaçıktır.

8- Bir diğer âyette ise, bu yaklaşma,
uzaklaşma ve birbiri içinde dönüp durmadaki, îtibârî kanuna dikkat
çekilmektedir. "Allah O'dur ki, gökleri görebileceğiniz bir direk
olmadan yükseltti.. " (Ra'd/2) Bir nizam içinde hareket eden sistemler,
yıldızlar ve peykler, bir kâide ve direk üzerinde hareket etmektedirler
ama, o direk bizim görebileceğimiz bir direk değildir. Bu direk
cisimler arasındaki itme kanunudur (ani'1-merkez) . Hacc, 65'de ise,
gök cisimlerinin yer üzerine düşme durumunda olduğunu, fakat Allah'ın
müsâade etmediğini anlatıyor ki; bu da, cisimler arasındaki çekme
kanunudur.

Bu mevzûda ister Newton'un "câzibe-i
umumiye"si açısından, isterse modern astronomi çağının "hayyiziyle" ele
alınsın anlatılan şey fevkalâde açık ve seçiktir.

9- Günümüzün aktüel meseleleri
arasında mühim bir yer işgal eden, ay'a seyahat mevzuu da bir işâretle
hissesini alıyor zannındayım. "Dolunay şeklini alan aya kasem ederim
ki, siz mutlaka, tabakadan tabakaya binecek (yükselecek)siniz."
(İnşikak/18-19). Daha önceleri tefsirciler "hâlden hâle, şekilden
şekile uğrayarak değişiklikler göreceksiniz" tarzında uygun bir mânâ
vermişler ise de biz aya kasem edildikten sonra, sibâk îtibariyle
yukarıda gösterilen mânânın daha muvâfık olacağı kanaatindeyiz.

10- Küre-i arzın şekil
değiştirmesiyle alâkalı beyân da fevkalâde câzibdir: "Bizim, yere gelip
onu uçlarından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Gâlib gelen onlar mı,
yoksa biz mi? (Enbiya/44)."

Yerin uçlarının eksilmesi; yağmur,
sel ve rüzgârlarla dağların aşınmasından daha ziyade, kutub
bölgelerinin basıklaşmasından ibaret olsa gerektir.

11- Son bir misâl de ay ve güneş
benzerliklerinden verelim: "Biz gece ve gündüzü iki âyet (alâmet)
yaptık. Gecenin âyetini (ayı) sildik; gündüzün âyetini aydınlatıcı
kıldık. " (İsra/ 12) .

İbn-i Abbas, gecenin âyeti ay,
gündüzün âyeti de güneştir, diyor. Bu îtibarla gecenin âyetini sildik"
sözünden, bir zamanlar ayın da güneş gibi ışık veren bir peyk olduğunu,
ısının bulunduğunu; daha sonra Yüce Yaratıcının, O'nun ışık ve ısısını
söndürdüğünü anlatıyor ki; bir yönüyle ayın geçmişini dile getirirken,
bir yönüyle de, diğer yıldızların kader ve âkıbetlerine işaret
etmektedir.

İşaret edilen bu bir kaç nümune gibi,
Kur'an'da daha pek çok âyetler vardır ki, hem insanı alâkadar eden her
mevzuun -hiç olmazsa- icmâli Kur'ân'da bulunduğunu, hem de bu
meselelere dair, İlâhî beyânın herkesin anlayacağı şekilde, fakat beşer
için ifâdesi imkânsız mûcizevî olduğunu göstermektedir.

Kaynak: Asrın Getirdiği Terddütler.
vgokhan
vgokhan
SUPER MODERATÖR
SUPER MODERATÖR

Kadın
Mesaj Sayısı : 7173
Nerden : aquaticforum
Reputation : 94
Points : 7895
Kayıt tarihi : 23/01/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz