...Hasret...
1 sayfadaki 1 sayfası
...Hasret...
Hasret Hanım’la, hemşire olarak çalıştığım hastaneye yattığı gün
tanıştım. Hasret Hanım sedyeden alınıp yatağına yatırılırken, eşi de
yanındaydı. Yakalandığı ince hastalık olarak adlandırılan vereme karşı
amansız bir savaş veriyordu. Hastalığı son safhasında olmasına rağmen;
teni bembeyaz, solgun yüzü, biçimli kırmızı dudakları olan, neşeli ve
canlı bir hanımdı. Yatağına yerleştirdik. Kullanacağı tüm eşyalarını
yerleştirdikten sonra:
“Başka bir ihtiyacınız var mı?” diye sordum.
“Evet” dedi. Çantamdaki kitaplarımı alabileceğim kadar yakınıma koyar
mısın? Duygulu, hassas ve romantik bir hanımdı. İlerleyen günlerde ki
konuşmalarımızdan pembe dizilere, aşk konulu filmlere ve romantik
kitaplara düşkünlüğünü gördüm. Aramızdaki dostluk; her geçen gün
ilerliyordu.
Bir ara baş başayken: “Evleneli nerdeyse tam yirmi beş yıl oldu. Yani
tam bir çeyrek asır. Kadınları sürekli ‘aptal kadın’ gözüyle gören bir
erkekle evlilikte ne kadar mutlu ve mesut olabilirsiniz? Bunun ne kadar
can sıkıcı bir hayat olduğunu bilir misin? Onun beni sevdiğini
biliyorum ama bu güne kadar bir defa dahi olsa ‘seni seviyorum’ demedi.
Hakkını inkar edemem. Ne aç koydu, ne açıkta bıraktı. Her insanın
karnını doyurabilir, sırtını giydirebilirsiniz. Ama onalrdan daha
önemlisi oların kalbini, yüreğini, düşünce ve duygularını da düşünmek,
doyurmak gerekmez mi?” Hastanenin bahçesindeki yaprakları dökülmekte
olan ağaçlara bakarken; son günlerini yaşamaktaydı. İçini çekerek
söyleniyor, gözlerinden sıcak bir damla yanaklarına doğru kayarak
düşüyordu. “Bana ‘seni seviyorum’ demesi için neler vermezdim. Ama bu
onun sanki tabiatına aykırı gibi bir insan o...”
Kocası ise her gün Hasret Hanım’ı ziyarete geliyordu. Önceleri, Hasret
Hanım yatağında kitabını okurken veya televizyon seyrederken, o da
yatağının ayak ucunda oturuyordu. Hasret Hanım, daha sonraki günlerde,
uzun saatler uyurken; odanın dışındaki koridorda aşağı yukarı veya
hastanenin bahçesinde yürüyerek geçiriyordu. Çok geçmeden, Hasret Hanım
hiç kitap okuyamaz oldu. Uyanık olarak geçirdiği süreler, dakikalarla
ölçülür olmuştu. Ben ise vaktimin çoğunu onun yanında kocasıyla ile
geçiriyordum.
Bana müteahhitlik yaptığını ve sık sık avlanmaktan zevk aldığını
anlatmış. İki kız çocukları olmuş, birini yıllar önce yuvadan
uçurmuşlar diğeri ise başka bir şehirde üniversitede okuyormuş. Hasret
Hanım, bu amansız hastalığa yakalanana kadar, birlikte baş başa geçen,
hayatın tadını çıkarmak adına bir çok seyahat ve gezi yapmışlar. Mesut
Bey, eşinin yavaş yavaş ölüme yaklaştığı gerçeği karşısında,
duygularını bir türlü dile getiremiyordu. Bir gün kafeteryada birlikte
kahve içtikten, konuyu kadınlara ve biz kadınların yaşamlarında
romantizme ne denli gereksinim duyduğumuza, eşimizden romantik sözler,
mesajlar, kartlar ve aşk mektupları almaktan ne kadar hoşlandığımıza
getirdim.
“Hasret Hanım’a kendisini hiç sevdiğini söylediniz mi?” diye
sorduğumda, bana tuaf bir şey söylemişim gibi garip garip bakmıştı.
“Söylememe gerek var mı?” dedi.
“Kendisini sevdiğimi zaten o biliyor!”
“Elbette biliyor.” Dedim ve uzanıp elini tuttum.
Elleri sıradan bir erkeğin ellerinden daha sertti. Bir kazma kürekle
çalışan birinin ellerinin olması gerektiği gibiydi... O anda
tutunabileceği tek şeyin elindeki fincanmış gibi sıkı sıkıya ona
yapışmıştı. “Mesut Bey, Her kadın sevildiğini, seven için ‘ne anlama
geldiğini bilmek’ ister. Bunları hiç düşündüğünüz oldu mu?”
Birlikte Hasret Hanım’ın odasına doğru yürüdük. Mesut Bey, odaya girdi.
Ben ise diğer hastaları ziyarete gittim. Daha sonra, Mesut Bey’i Hasret
Hanım’ın yatağının kenarında oturduğunu, onun elini tuttuğunu gördüm.
İki gün sonraydı. Sabah hastaneye gitmiştim. Mesut Bey, koridorun
duvarına yaslanmış, gözlerini yere dikmişti. Hasret Hanım’ın güneşin
yeni bir gün için doğmakta olduğu; sabah 05:45’de öldüğünü; baş
hemşireden öğrendim. Mesut Bey beni görünce yanıma geldi. Gayri
ihtiyari bana sarıldığında; bütün bedeni titriyordu. Gözleri kızarmıştı
ve yanakları gözyaşlarının izleri vardı. Sonra, sırtını duvara yasladı
ve derin bir nefes aldı. “Sana bir şey söylemeliyim” dedi. “Ona
sevdiğimi söyledikten sonra kendimi çok iyi hissettim.” Sustu ve başını
kaldırdı. “Söylediklerinizi uzun uzun düşündüm. Bu sabaha karşı ona:
'kendisini ne kadar çok sevdiğimi, onunla evli olmaktan ne kadar mutlu
olduğumu' söyledim. Onun ne kadar güzel gülümsediğini görmeliydiniz!”
Hastaneden götürülmek üzere; hazırlıkları yapılan Hasret Hanım’a veda
etmek için odasına girdim. Hasret hanım’ın yüzü asudelik içindeydi. Bir
ömür boyu beklediği sözü, yeni bir hayata başlamak üzere giderken;
alabilmiş olmanın rahatlığı ve huzuru içinde gibiydi. Başucundaki
komodinin üzerinde Mesut Bey’in yazmış olduğu bir Sevgililer Günü kartı
duruyordu. Üzerinde: “Sevgili Karıma... Seni Seviyorum” diye yazıyordu.
Daha sonraki günlerdeydi. Mesut Bey'le yolda karşılaşmıştım. “Onun
değerini, onu kaybettikten sonra çok daha iyi anladım. Geçen gün bir
yazı okudum. Keşke onu yıllar önce okusaymışım. İnsanlığın yüce
rehberinin bir hadisi şerifinde:
“Erkek hanımının yüzüne güler yüzle bakarsa ‘bir köle azat etmiş
sevabı’, tebessüm ederse ‘haç ve umre etmiş sevabı’ kucaklar ve severse
‘sıddıklar’ sevabı yazılır” diyordu. “Bu hadisi şerifi okuduktan sonra
daha da iyi anladım ki’ Söyleyenin kendisinden hiç bir şey eksilmediği
halde; ‘Seni seviyorum’ dememekle; biz erkekler ne kadar da cimriymişiz
meğer!..." diyordu.
KAYNAK:KOMİK FIKRALAR
tanıştım. Hasret Hanım sedyeden alınıp yatağına yatırılırken, eşi de
yanındaydı. Yakalandığı ince hastalık olarak adlandırılan vereme karşı
amansız bir savaş veriyordu. Hastalığı son safhasında olmasına rağmen;
teni bembeyaz, solgun yüzü, biçimli kırmızı dudakları olan, neşeli ve
canlı bir hanımdı. Yatağına yerleştirdik. Kullanacağı tüm eşyalarını
yerleştirdikten sonra:
“Başka bir ihtiyacınız var mı?” diye sordum.
“Evet” dedi. Çantamdaki kitaplarımı alabileceğim kadar yakınıma koyar
mısın? Duygulu, hassas ve romantik bir hanımdı. İlerleyen günlerde ki
konuşmalarımızdan pembe dizilere, aşk konulu filmlere ve romantik
kitaplara düşkünlüğünü gördüm. Aramızdaki dostluk; her geçen gün
ilerliyordu.
Bir ara baş başayken: “Evleneli nerdeyse tam yirmi beş yıl oldu. Yani
tam bir çeyrek asır. Kadınları sürekli ‘aptal kadın’ gözüyle gören bir
erkekle evlilikte ne kadar mutlu ve mesut olabilirsiniz? Bunun ne kadar
can sıkıcı bir hayat olduğunu bilir misin? Onun beni sevdiğini
biliyorum ama bu güne kadar bir defa dahi olsa ‘seni seviyorum’ demedi.
Hakkını inkar edemem. Ne aç koydu, ne açıkta bıraktı. Her insanın
karnını doyurabilir, sırtını giydirebilirsiniz. Ama onalrdan daha
önemlisi oların kalbini, yüreğini, düşünce ve duygularını da düşünmek,
doyurmak gerekmez mi?” Hastanenin bahçesindeki yaprakları dökülmekte
olan ağaçlara bakarken; son günlerini yaşamaktaydı. İçini çekerek
söyleniyor, gözlerinden sıcak bir damla yanaklarına doğru kayarak
düşüyordu. “Bana ‘seni seviyorum’ demesi için neler vermezdim. Ama bu
onun sanki tabiatına aykırı gibi bir insan o...”
Kocası ise her gün Hasret Hanım’ı ziyarete geliyordu. Önceleri, Hasret
Hanım yatağında kitabını okurken veya televizyon seyrederken, o da
yatağının ayak ucunda oturuyordu. Hasret Hanım, daha sonraki günlerde,
uzun saatler uyurken; odanın dışındaki koridorda aşağı yukarı veya
hastanenin bahçesinde yürüyerek geçiriyordu. Çok geçmeden, Hasret Hanım
hiç kitap okuyamaz oldu. Uyanık olarak geçirdiği süreler, dakikalarla
ölçülür olmuştu. Ben ise vaktimin çoğunu onun yanında kocasıyla ile
geçiriyordum.
Bana müteahhitlik yaptığını ve sık sık avlanmaktan zevk aldığını
anlatmış. İki kız çocukları olmuş, birini yıllar önce yuvadan
uçurmuşlar diğeri ise başka bir şehirde üniversitede okuyormuş. Hasret
Hanım, bu amansız hastalığa yakalanana kadar, birlikte baş başa geçen,
hayatın tadını çıkarmak adına bir çok seyahat ve gezi yapmışlar. Mesut
Bey, eşinin yavaş yavaş ölüme yaklaştığı gerçeği karşısında,
duygularını bir türlü dile getiremiyordu. Bir gün kafeteryada birlikte
kahve içtikten, konuyu kadınlara ve biz kadınların yaşamlarında
romantizme ne denli gereksinim duyduğumuza, eşimizden romantik sözler,
mesajlar, kartlar ve aşk mektupları almaktan ne kadar hoşlandığımıza
getirdim.
“Hasret Hanım’a kendisini hiç sevdiğini söylediniz mi?” diye
sorduğumda, bana tuaf bir şey söylemişim gibi garip garip bakmıştı.
“Söylememe gerek var mı?” dedi.
“Kendisini sevdiğimi zaten o biliyor!”
“Elbette biliyor.” Dedim ve uzanıp elini tuttum.
Elleri sıradan bir erkeğin ellerinden daha sertti. Bir kazma kürekle
çalışan birinin ellerinin olması gerektiği gibiydi... O anda
tutunabileceği tek şeyin elindeki fincanmış gibi sıkı sıkıya ona
yapışmıştı. “Mesut Bey, Her kadın sevildiğini, seven için ‘ne anlama
geldiğini bilmek’ ister. Bunları hiç düşündüğünüz oldu mu?”
Birlikte Hasret Hanım’ın odasına doğru yürüdük. Mesut Bey, odaya girdi.
Ben ise diğer hastaları ziyarete gittim. Daha sonra, Mesut Bey’i Hasret
Hanım’ın yatağının kenarında oturduğunu, onun elini tuttuğunu gördüm.
İki gün sonraydı. Sabah hastaneye gitmiştim. Mesut Bey, koridorun
duvarına yaslanmış, gözlerini yere dikmişti. Hasret Hanım’ın güneşin
yeni bir gün için doğmakta olduğu; sabah 05:45’de öldüğünü; baş
hemşireden öğrendim. Mesut Bey beni görünce yanıma geldi. Gayri
ihtiyari bana sarıldığında; bütün bedeni titriyordu. Gözleri kızarmıştı
ve yanakları gözyaşlarının izleri vardı. Sonra, sırtını duvara yasladı
ve derin bir nefes aldı. “Sana bir şey söylemeliyim” dedi. “Ona
sevdiğimi söyledikten sonra kendimi çok iyi hissettim.” Sustu ve başını
kaldırdı. “Söylediklerinizi uzun uzun düşündüm. Bu sabaha karşı ona:
'kendisini ne kadar çok sevdiğimi, onunla evli olmaktan ne kadar mutlu
olduğumu' söyledim. Onun ne kadar güzel gülümsediğini görmeliydiniz!”
Hastaneden götürülmek üzere; hazırlıkları yapılan Hasret Hanım’a veda
etmek için odasına girdim. Hasret hanım’ın yüzü asudelik içindeydi. Bir
ömür boyu beklediği sözü, yeni bir hayata başlamak üzere giderken;
alabilmiş olmanın rahatlığı ve huzuru içinde gibiydi. Başucundaki
komodinin üzerinde Mesut Bey’in yazmış olduğu bir Sevgililer Günü kartı
duruyordu. Üzerinde: “Sevgili Karıma... Seni Seviyorum” diye yazıyordu.
Daha sonraki günlerdeydi. Mesut Bey'le yolda karşılaşmıştım. “Onun
değerini, onu kaybettikten sonra çok daha iyi anladım. Geçen gün bir
yazı okudum. Keşke onu yıllar önce okusaymışım. İnsanlığın yüce
rehberinin bir hadisi şerifinde:
“Erkek hanımının yüzüne güler yüzle bakarsa ‘bir köle azat etmiş
sevabı’, tebessüm ederse ‘haç ve umre etmiş sevabı’ kucaklar ve severse
‘sıddıklar’ sevabı yazılır” diyordu. “Bu hadisi şerifi okuduktan sonra
daha da iyi anladım ki’ Söyleyenin kendisinden hiç bir şey eksilmediği
halde; ‘Seni seviyorum’ dememekle; biz erkekler ne kadar da cimriymişiz
meğer!..." diyordu.
KAYNAK:KOMİK FIKRALAR
vgokhan- SUPER MODERATÖR
-
Mesaj Sayısı : 7173
Nerden : aquaticforum
Reputation : 94
Points : 7895
Kayıt tarihi : 23/01/08
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz